Skip to Main Content
   
               

Cumhuriyetin 100. Yılında Yükseköğretimin Yolculuğu

Cumhuriyet Öncesi Yükseköğretim

Osmanlı Devleti döneminde eğitim, temelde asırlar boyunca çeşitli vakıflar tarafından idare edilen medreseler aracılığıyla verilmiştir. Bazı araştırmacılar Osmanlı Devleti’nde yükseköğretimin Fatih döneminde açılan Sahn-ı Seman Medreselerine dayandırırken, bir kısmı ise Darülfünun’u işaret etmektedir.  

Günümüzdeki anlamıyla yükseköğretim düzeyinde değerlendirilebilecek ilk eğitimlerin başlanması ise 18. Yüzyılın sonlarını bulur. 1773 yılında kurulan Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn ilk yükseköğretim kurulu olarak kabul görmektedir. Bunu 1795 yılında açılan Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn izlemiştir.

Bu dönemdeki okulların daha çok askeri ihtiyaçlar dikkate alınarak oluşturulduğu görülür. Tanzimat’ın hemen öncesi ve ilanından sonra yeni ve sivil bir bürokrasinin inşasının gündem olması yükseköğretimin önem kazanmasını sağlamıştır. Bu anlamda 1800’lü yıllarda açılan yeni okullar şöyle söylenebilir: 1827 tarihli Tıphâne-i Âmire (Devlet Tıp Okulu), 1839 tarihli Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne (Tıp Okulu), 1859 tarihli Mekteb-i Mülkiye, 1867 tarihli Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Okulu), 1880 tarihli Mekteb-i Hukuk-ı Şâhâne, 1883 tarihli Hendese-i Mülkiye.

Bu yükseköğretim okullarından farklı anlamda günümüzdeki üniversitelere benzer bir yapının kurulması fikri de 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren gündeme gelmiştir. 1851 tarihinde Âli Paşa, Fuat Paşa ve Cevdet Paşa bir araya gelerek Encümen-i Dâniş’i kurmuştur. Bu sayede Osmanlı Devleti’nde bir Darülfünün kurma hazırlıkları başlamıştır.

1870 yılında kurulan Darülfünun-ı Osmani dönemin koşullarında uzun ömürlü olmamış 1871’de kapatılmıştır. 1874’te yine Saffet Paşa’nın girişimleriyle Darülfünun-ı Sultani açılmıştır. Bu okul Avrupa’daki benzerlerinde olduğu gibi İlahiyat, Tıp, Turuk ve Maâbir, Hukuk ve Edebiyat olmak üzere beş bölümden oluşmuştur. II. Abdülhamit döneminde ihtiyaçlarla ilgili olarak yüksekokul ve meslek okulları açılmaya devam etmiştir. 1890’lardan itibaren bu okullar İmparatorluğun diğer bölgelerinde de yaygınlaşmıştır. Aynı zamanda Darülfünun kurulmasına yönelik çalışmalar 1890’lara kadar çeşitli aşamalarla sürdürülmüştür.

Darülfünun-ı Şâhâne, ancak 1900 yılında Sadrazam Sait Paşa’nın telkinleriyle kalıcı olarak eğitime başlamıştır. Ulûm-ı Âliye-i Diniye (Yüksek Din Bilimleri), Ulûm-ı Riyâziye ve Tabiiye (Doğa Bilimleri ve Matematik) ve Edebiyat olmak üzere üç şubesi kurulmuştur. Hukuk ve Tıp fakülteleri daha önce açıldığı için Darülfünun içine katılmamıştı. Cağaloğlu’ndaki Mülkiye Mektebi binası içinde eğitime başlayan kurum 1909’da Darülfünun-ı Osmanî adını almıştır.

Meşrutiyet’in ilanının sonrasında yükseköğretim konusu daha da önem kazanmıştır. Maarif Nazırı Emrullah Efendi, eğitimde ıslahat ve düzenlemelerin ilköğretimden değil yükseköğretimden başlaması gerektiğini savunmuş ve bunu “Maarif, Tûbâ ağacına benzer” diyerek ortaya koymuştur. Meşrutiyet dönemindeki genel hava yükseöğretime de yansımıştır. 1909 yılında Hendese-i Mülkiye Nafia Nezareti’ne bağlı Mühendis Mekteb-i Alîsi haline gelir. Darülfünun’da eğitim programı yenilenerek tarih, edebiyat ve felsefe dersleri konur. 1912’de Emrullah Efendi bir nizamname ile Darülfünun’u yeniden örgütler. Üniversite beş şubeye ayrılırken, vilayetlerdeki Tıbbıyelerle Hukuk Mektepleri de Darülfünun’a bağlandı. Ancak bu kurum asıl canlılığını Balkan Savaşları (1912- 1913) döneminde yaşar. Birinci Dünya Savaşı sürerken 1915 yılında yapılan bir reformla 19 Alman ve 1 Macar profesör Darülfünun’un kadrosu içine alınır. Yine savaş yıllarında 1914’de Darülfünun konferans salonunda, kadınlara dersler ve konferanslar başlamış ve bunu takiben kızlar için İnâs Darülfünunu kurulmuştur. 1919 yılında üniversiteye “bilimsel özerklik” (ilmi muhtariyet) tanınır.