Skip to Main Content
   
               

Cumhuriyetin 100. Yılında Yükseköğretimin Yolculuğu

1923 - 1946 Arası Dönem

Cumhuriyetin ilanının ardından birçok sahada olduğu gibi yükseköğretim sahasında da birtakım değişimlerin olduğu görülür. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nden kalmış özerk yapıda bir Darülfünun devralmıştı. 1924 yılında çıkarılan 493 sayılı Kanun ile Darülfünun bünyesinde Tıp Fakültesi, Hukuk Fakültesi, İlahiyat Fakültesi ve Fen Fakültesi kurulmuş ve üniversite “Katma Bütçe”li idare haline getirilmiştir. Bu adımın, üniversitelerin bağımsız organizasyonlar olmaları yolunda atılmış önemli bir adım olduğu belirtilir.

Darülfünun’da yapılan değişiklerinin yanı sıra Darülfünun’a yönelik birtakım eleştiriler de gelmiştir. Eleştirilerin sebepleri arasında Darülfünun’un inkılaplara yeterince destek olmadığı ve pasif direniş göstermesi sayılmaktadır. Maarif Vekâleti yükseköğretimdeki eğitim kalitesini artırmak amacıyla yurtdışından yabancı uzmanları davet etmiştir. Bu dönemdeki bir diğer önemli gelişme, 1933 yılında gerçekleşen Üniversite Reformudur. Bu reform, Darülfünun yerine yükseköğretim ihtiyacını karşılayacak okulların kurulmasını amaçlayan bir reform hareketidir. Bu kapsamda 1933 yılında, Darülfünunun yenileştirilmesi amacıyla İsviçre’den davet edilen Profesör Albert Malche ülkemize gelerek incelemelerde bulunmuş ve bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor doğrultusunda 1933 tarihinde 2252 sayılı kanun çıkarılmış ve Darülfünun kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur.

1933’te gerçekleştirilen reform sonrasında, Darülfünun'un 151 öğretim üyesinden 92’si tasfiye edilmiş ve yerlerine resmî ideolojiyi benimseyen öğretim üyeleri alınmıştır. 1919’da Darülfünuna tanınan özerklik kaldırılmış ve Eğitim Bakanlığı İstanbul Üniversitesi’ni kurmakla görevlendirilmiştir. Böylece 1933’te Türkiye’nin ilk üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Üniversitenin öğretim kadrosu, Darülfünun'dan gelen 59 hocanın dışında iki şekilde sağlanmıştır. Bunlardan birincisi, Batıda okuyup ülkeye dönenler, ikincisi de Almanya’daki Hitler baskısından kaçarak Türkiye’ye gelen bilim adamlarıdır. Almanya’dan gelen bu bilim adamları dolayısıyla İstanbul Üniversitesi için “Berlin dışındaki en büyük Alman üniversitesi” yakıştırması bile yapılmıştır. Bu hocalar, ülkemizde Alman üniversite modelinin yerleşmesinde önemli bir katkı yapmışlardır.

1883 yılında II. Abdülhamid tarafından kurulmuş olan Hendese-i Mülkiye, birkaç kez isim değişikliği yaşamıştır (Mühendis Mekteb-i Âlîsi, Yüksek Mühendis Mektebi). 1944 yılında alınan bir kararla o zamanki adı Yüksek Mühendis Mektebi olan okul, İstanbul Teknik Üniversitesi olarak yeniden yapılandırılmış ve inşaat, mimarlık, makine ve elektrik fakülteleri olarak dört fakülteye ayrılmıştır.

İstanbul’da yükseköğretim alanındaki gelişmeler devam ederken, Ankara’da da bazı gelişmeler olmuştur. 1925 yılında Ankara’da Hukuk Mektebi’nin adı Hukuk Fakültesi olarak değiştirilmiştir. 1930 yılında, Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuş, daha sonra 1948 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlanarak, Ziraat Fakültesi adını almıştır. 1935 yılında ise; İstanbul’daki Mülkiye Mektebi, Siyasal Bilgiler Fakültesi adıyla Ankara’ya taşınmıştır. Yine 1935’te Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi de kurulmuştur. Fakültenin adını Atatürk vermiş, böylece onun bir edebiyat fakültesi değil hem daha geniş hem de hedefleri daha belirli bir kurum olmasını istemiştir. 1943 yılında Fen Fakültesi, 1945’te Tıp fakültesi, 1949’da İlahiyat fakültesi kurulmuştur.